17 Mart 2024 akşamı Trabzonspor – Fenerbahçe karşılaşmasında yaşananlar tüm Türkiye'nin malumudur. Bir Trabzonlu ve Trabzonspor'a çeşitli anlamlar yükleyen bir Trabzonspor taraftarı olarak bu olayları değerlendirmek ihtiyacı hissettim. Bu özensiz blog yazısında bu kapsamda bazı karalamalar yazacağım.
Bu yazı bir özeleştiri yazısı olacaktır. Fakat özeleştiriye geçmeden önce, öncelikle şunu söylemeyi kendime ve inandığım değerlere karşı bir görev olarak görüyorum ki, yaşanan hadiselerde karşı takımın kulübüyle taraftarıyla Trabzonspor'dan daha az suçlu olmadığını, hatta misliyle kusurlu olduğunu düşünüyorum. En basiti malum olaylar yaşandığından birkaç saat sonra 18 Mart vesilesiyle Çanakkale şehitlerini anma mesajlarıyla Trabzon şehrine topyekûn hakaretler bir arada internette yer alıyordu, halbuki mezunu olmakla iftihar ettiğim Trabzon Lisesi Çanakkale savaşına giden öğrencileri dolayısıyla mezun verememiş, tüm öğrencilerini Çanakkale'de şehit vermişti.
Fakat her neyse… Söylediğim gibi bu yazı bir kavga değil özeleştiri, bir iğneyi kendine batırma yazısı olarak planlanıyor. Bu yazıda yaşanan olayların hukukî tavsifi de yapılmayacaktır. Olayın hukukî, cezaî ve disiplin boyutu bu yazı itibariyle ilgimizin dışındadır. Kaldı ki 40 binden fazla seyircinin takip ettiği maçta 20 kişinin eylemlerini değerlendirmek bu blogdaki yazılarımızın genel yapısına pek de uygun düşmez. Bu sebeple ben olayın sosyolojik boyutlarıyla ilgilenmeye gayret edeceğim.
Trabzon'a Biçilen Kalıp
Trabzon şehrine bir kalıp yakıştırıldı. Bu kalıp Trabzon insanının anlayışsız, görgüsüz, aptal, kaba saba olduğu kalıbı. Trabzon da bu kalıbı ne hikmetse benimsedi. Bu kalıbı benimsemeye uygun bir yönü de yok değildi belki. Köyden kente göçle birlikte tüm Türkiye'de meydana gelen şehir kültüründeki bozulma ve sosyolojik kriz Trabzon'un da hikâyesiyle örtüşüyor. Trabzon şehri tarihî karakterini bir kenara bıraktı, sahiplenmedi, hatta bir alternatif olarak bu onun önüne bile çıkartılmadı belki de.
Trabzon'un önünde üç seçenek vardı: Dış menşelerden çok defa kışkırtılan Rumcu Pontusçu propagandalara kapılarak bölücü bir yol tercih etmek bunlardan birincisiydi. Özellikle kimi şarkıcı ve sair figürlerle bu yol denendi, fakat şimdilik çok şükür bu ihanet yoluna sapılmış gözükmüyor. Ancak Sümela Manastırı'nın ayine açılmasıyla bu sorun hâlâ zaman zaman kaşınan bir yara olarak bir kenarda duruyor. Üç yoldan kabul edilemeyecek bir ihanet yolu olan ve ciddiye alınmayacak derecede sönük kalan bu ilki yazının konusu dışında tutulacaktır. Fakat bu damara karşı her zaman tetikte olunması gerekir.
İkinci ve üçüncü seçenekse Türkiye'de taşranın merkeze karşı varlık iddiasının bir sembolü olmasıydı. Bu seçeneklerden ilkinde Trabzon tarihi, kültürü ve yetiştirdiği insan kalitesiyle Türkiye'nin İstanbul'dan ibaret olmadığını göstermek, taşrayı da merkezin nimetleriyle kalkındırmak gibi bir iddiayı taşımak iddiası vardı. Şehirli, sınıfsız ve imtiyazsız bir Türkiye iddiası taşıyan bu yol esasında cumhuriyetin projesiyle de oldukça uyumluydu. Trabzon bu damarı da içinde korumakla birlikte sürdüremedi. Son seçenek olan şehirliliğe, tırnak içerisinde "beyaz Türklüğe" karşı taşralılığın kaba sabalığını temsil etmek, nimetleri Türkiye'ye yaymak değil de yağmalamak, hemşericilik ve lobicilik yapmak Trabzon'a yakıştırıldı ve Trabzon da bunu kelimenin tam anlamıyla "paldır küldür" kabul etti.
Trabzonspor'un Anlamı
Tüm bunların Trabzonspor'la ne alakası var diyecek olanlar için konuyu meseleye getirmeye çalışayım. Futbol dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye'de de bir spor aktivitesinden çok daha fazlasını ifade ediyor. Güney Azerbaycanlıların direnişinin sembolü Traktör, İspanya'da Katalanların takımı olan Barcelona, İskoçya'da Protestan-Katolik çatışmasının sembolü olan Rangers ve Celtic çatışması akla gelen ilk örnekler. Türkiye'de de Trabzonspor gibi ya da Ankaragücü-Gençlerbirliği çatışması gibi bazı Anadolu kulüpleri siyasî/sosyolojik bir anlam ifade ediyorlar.
Benim anladığım Trabzonspor ve sembolize ettiği değerleri anlamak için merkez-çevre kavramlarını akılda tutmak gerekiyor. Immanuel Wallerstein'ın kuramıyla merkezi ve çevreyi ayırmak gerekiyor; "merkez" zenginliğin toplandığı ve öncülük rolü üstlendiği hâlde "çevre" veya "taşra"nın görevi merkeze kaynak teşkil etmektir. Bu kurama göre İstanbul takımları Türkiye'yi uluslararası arenada temsil edecek, futbolun ekonomik merkezi olacaktır. Anadolu takımlarının vazifesi ise İstanbul takımlarına futbolcu yetiştirmek, onların ulusal bir ligde mücadele edebilmesi amacıyla yumuşak bir rekabet sağlamaktır. Anadolu takımlarının vazifesi sadece üç İstanbul takımının birbiriyle rekabetinin bir aparatı yahut eğlence unsuru olmaktan ibarettir.
Trabzonspor'a verdiğimiz önem de tam burada ortaya çıkıyor. Trabzonspor bu sisteme dur diyen, İstanbul'la mukayese edilemeyecek bir Anadolu şehrine yıldız getirmekte bile zorlandığı hâlde kendi kaynaklarından beslenerek, bir ruh ve anlam çerçevesinde İstanbul'un bu hegemonyasına meydan okuyan bir isyanı sembolize ediyor. Trabzonspor taraftarının adını koyamadığı, hissettiği ama formül hâline sokamadığı, dağ köylerinden kente gelen insanlarla mücadelesini vermeye çalıştığı ama başaramadığı mücadele işte böyle bir sosyolojik gerçekliğe tekabül ediyor. Sizin lüks restoranlarınız olabilir, boğaza nazır villalarınız olabilir, gece hayatınız ve lüks imkânlarınız olabilir fakat taşradan kendi evlatlarıyla çıkıp gelen bir Trabzonspor sizin zenginliğinize ortak olur ve futbolun bu zenginliğini Anadolu'ya yayma davası güder. İşte Trabzonspor'un anlamı budur!
Ancak maalesef Trabzonspor'un kendiliğinde sahip olduğu bu değer yukarıda bizzat Trabzonsporlular tarafından bile anlaşılabilmiş değildir. Bunun en bariz örneği yazımızın girişinde bahsettiğimiz talihsiz olaylardır. Fenerbahçe ile Galatasaray arasında yaşanan bir şampiyonluk yarışında Trabzonspor'u alakadar eden ne vardı da Trabzonspor birden gündemin bir numaralı maddesi hâline geldi? Trabzonspor'un adını kirletmek, namını lekelemek pahasına Fenerbahçe'yi şampiyonluktan etmek neden bu kadar değerli olsun? Bunun akılla bir izahı olabilir mi? Bu olay Trabzonspor'un yukarıda ifade ettiğimiz anlam ve önemine uygun mu yoksa tam da İstanbul takımlarının hegemonyasına hizmet eden İstanbul takımları arasındaki rekabete bir eğlence ve aparat olmaktan mı ibarettir? Bunun üzerinde düşünmek gerekiyor.
Futboldan Sosyolojiye
Trabzon'un merkez-çevre mücadelesi içerisindeki rolü futbolla sınırlı değildir elbette. Trabzon Türkiye'nin en kadim kültüre sahip şehirlerinden birisidir. Trabzon'da bugün kemençe-minzi kültürü hâkimse bunun sosyolojik köklerini düşünmek gerekiyor. Ben Trabzon'un elit ailelerinde yetişmiş bir kimse olmadığım hâlde annem rahmetli babaannesinin ud çaldığını söylüyor. Nasıl oldu da ud çalan insanların yerini bozuk şiveli kemençeler aldı? Trabzonspor'u manasından sıyırıp ona hastalıkla ve holiganca bağlanana kadar Trabzon bir sanat şehriydi. Sanatın her alanında pek çok sanatçı ya bizzat Trabzonludur / Trabzon'da doğmuş büyümüştür ya da babaları Trabzonludur. Hiç değilse bir şekilde Trabzon'dan yolları geçmiş, biyografilerinin bir yerinde "Trabzon" ibaresi kendisine yer bulmuştur. Bunların arasında ilk aklıma gelenler meselâ Faruk Nafiz ve Peyami Safa. Trabzon dün Behram Kurşunoğlu'nu bugün de Furkan Öztürk'ü yetiştirip bilim dünyasına kazandırmış bir şehirdir. Çoğu zaman Trabzon'a nefretleri yüzünden ama bazen de gerçekten kimi alçak Trabzonlular sebebiyle "hemşericilikle" anılan bu şehirdeki entelektüel hayatın canlılığı ile Trabzonspor bir arada düşünülmelidir. Bu bir tesadüfün eseri değildir. Bu şehrin yakıştırılan kalıbının içerisine girmeyen pek çok insanı Türkiyemiz için pek çok değer üretti, hâlâ da üretmeye devam ediyor. Yalnız Trabzon değil, Türkiye'de İstanbul'un kültürel hegemonyası altında kalmış pek çok kadim şehir mevcut. Antep Şanlıurfa gibi insanlık tarihinin en kadim şehirleri, Erzurum Sivas gibi Anadolu tarihinde önemli şehirler İstanbul'un kültürel ve ekonomik hegemonyası karşısında sönmüşler, değerlerini kaybetmişler ve köyleşmek zorunda kalmışlar. Trabzon'un futbolda Trabzonspor ile ortaya koyduğu Anadolu isyanı bu sebeple aslında ismini andığım tüm bu Anadolu şehirlerinin de davasıdır.
Elbette İstanbul gibi dünyanın en güzel şehirlerinden bir tanesine sahip olduğumuz için şükretmeliyiz. Fakat İstanbul'u değil de Ankara'yı Anadolu'nun başkenti yapan iradenin düşündüğü bir şey vardı elbette. Orantılı ve yaygın bir şekilde kalkınmış sınıfsız ve imtiyazsız bir Anadolu Türklüğü ile tüm zenginliğin ve gücün temerküz ettiği bir İstanbul'dan hangisi bu ülke için daha iyidir? Hangisi cumhuriyetin projesine daha uygundur? Bunun cevabını vermek aklı başında kimseler için zor değildir.
Trabzonspor Trabzon'un Neresinde?
Yazının bir özeleştiri yazısı olduğunu söyledik. Çoğu zaman haksız ancak kimi zaman da haklı sebeplerle Trabzon'a düşmanlık eden insanlara pek çok eleştiriyi yapabiliriz. Ancak yukarıda ifade ettiğimiz gibi Trabzonspor'un değeri bizzat Trabzonlular tarafından bile anlaşılabilmiş değildir. Trabzon yönetici ve siyasetçileriyle birlikte köylü bir Trabzonsporluluk yolunu tercih etmekte, daha çok oy'un popülist politikalardan geçtiğinin bilinciyle "manasız Trabzonspor" holiganlığını körüklemektedir. Trabzon yukarıda ifade ettiğimiz "çevrenin sembol şehri" olma iddiasını ne kadar taşıyabiliyor? Hiç. Trabzonspor'dan başka bir politika üretebiliyor mu? Hâlbuki Trabzonspor'un değeri Trabzon'un en pahalı ve değerli markası olması değil mi? Trabzonspor'dan Trabzon'u ve ifade ettiği bu anlamını çıkartırsak bir futbol takımı kaç tane kupası olursa olsun insanlar için ne değere sahiptir? Bursaspor küme düştü fakat hâlâ değerli, peki ya Başakşehir? Trabzonspor Trabzonsuz pek de bir anlam ifade etmiyorken Trabzon Trabzonsporsuz değerini hâlâ koruyabilir.
Ancak yine de Trabzonspor'un Trabzon için çok önemli olduğunu, Trabzon'un iddia edildiği gibi bir spor şehri olduğunu varsayalım. Trabzon'da hangi sporlar destekleniyor? Gençlerin amatör olarak spor yapabilecekleri, sporu sevebilecekleri hangi alanlar var? Halısahalar dışında Trabzon'da spor namına yürütülen ve desteklenen bir faaliyet var mı? Amatör olarak icrâ ettiğim satranç sporundan örnek vereyim: Trabzon'un en prestijli satranç turnuvası olan "24 Şubat Satranç Kupası"na Trabzon Büyükşehir Belediye'si sponsor oluyor ve tüm derecelerde dağıttığı toplam ödül 40 bin Türk lirası (En yüksek ödül A Kategorisi birincisine 5 bin Türk lirası). O hâlde bir politika olarak Trabzon'da satrancın desteklendiği söylenebilir mi? Kim neden Trabzon'da satranca vakit ayırsın? Trabzon'a üç saat mesafedeki Batum şehri parkında parkın içerisine masa tenisleri, bilardo masaları, bahçe satrançları koyulmuş; insanlar spor yapıyorlar. Trabzon'da sahilde pis kokular arasında koşmaktan başka yapılabilecek bir spor aktivitesi var mı?
O hâlde Trabzonspor'un Trabzon için değerini iyi belirlemek gerekiyor. Trabzonspor, ifade ettiğimiz gibi, Trabzon'un en değerli markalarından bir tanesidir. Futbolun dünyada haiz olduğu öneme binaen Trabzon'da da futbolun daha çok öne çıkması bir yere kadar anlaşılabilir. Ancak Trabzonspor Trabzon'un merkez-çevre içerisindeki mücadelesine destek verdiği müddetçe bir anlam ifade edebilir. Trabzon'un sportif ve entelektüel canlılığını baltalamanın bir aracı olarak Trabzonspor bilakis oksimoron bir varlık hâline gelir. Bu tarz hukuksuz şiddet olayları Trabzon'un davasına hizmet etmeyen, hatta Trabzon düşmanlığını körükleyen eylemler. Hâlbuki Trabzon'un Trabzonspor eliyle yaptığı (Salih Dursun'un hakeme kırmızı kart göstermesiyle karikatürize edebileceğimiz) pek çok sivil itaatsizlik eylemi hukuk kuralları içerisinde kalarak demokratik yollardan davamıza hizmet eden, aklı başında insanlarda sempati oluşturabilecek eylemlerdi.
Sonuç Niyetine
Bu dağınık blog yazısından yaşanan olaylar vesilesiyle Trabzon'a ve Trabzonspor'a ilişkin fikirlerimi somutlaştırmak ve tarihe not düşmek istedim. Olaya dair söylenecek sözüm şu olabilir: Trabzonlu olarak utanıyorum. Utancımın sebebi "nasıl olur da insanlar sahaya girer" gibi bir polyannacılıktan kaynaklanmıyor. Trabzonspor'un ifade ettiği mana kapsamında hukukun özüne aykırı olmamak kaydıyla kimi kanunsuzlukları (diğer bir ifadeyle sivil itaatsizlik eylemlerini) bilakis haklı ve onurlu buluyorum. Karşı tarafı incitmeyecek düzeyde espri ve takılmaları da sporun ruhuna uygun, dostluğu pekiştirici bir aktivite, bir renk olarak değerlendiriyorum. Fakat utancımın temeli manasız bir Trabzonspor putunun ortaya çıkması, insanların bir spor aktivitesine şehirli bir bakış geliştirememesi, tüm pisliğini spor bahanesiyle sahaya kusulması. Çünkü bunlar Trabzonspor'un ifade ettiği değil tam aksine mücadele ettiği hegemonyanın ekmeğine yağ sürüyor. Trabzon'a "siz insan değilsiniz" denildikçe adeta "gerçekten haklısınız" der gibi insanlıktan çıkılmasını bir Trabzonlu olarak kabullenemiyorum.
Her şeye rağmen… Türklere rağmen Türkçülük davasını güttüğüm gibi Trabzonlulara rağmen Trabzonluluk davasını gütmeye devam edeceğim.