Bu yazı biraz "gazeteciliğimi" biraz "toplumu" biraz da "hakkımda açılan tazminat davasını" konu alacak. Ancak hepsi de mevcut durumumuzun bir özeti niteliğinde olacak. Okuma sabrınız için öncelikle teşekkürler.
***
2019 yılında bir yazı kaleme alarak Akçaabat Belediyesini yöneten Başkan Şefik Türkmen'in 25 yıl üzerine görevini devrediyor olmasıyla bir devrin kapandığını belirtmiştim.
Şunu yazmıştım:
"[...]Ancak başarı ve başarısızlıkların hepsini bir kenara koyacak bir özelliği vardır ki bu husus dikkatlerden kaçmamalıdır. O da Başkan Türkmen’in 'devlet adamı' kimliğidir. Ne yazık ki şimdilerde ve gelecekte çok arayacağımız bir haslet bu!"
Gelecekte arayacağımız bir özellik olduğunu söylemiştim. Elbette arıyoruz ama bunu yazdım diye elbette kâhin değilim, olmaya da gerek yok. Sosyal yapının dönüşümü, geri kalmışlığın bir bütün olarak ortaya çıkması, yüzeysellikteki tatmin ve artık kimsenin meselelerin arka planıyla, geçmişiyle, etik kısmıyla ilgilenmediği bir ortamda bu kaçınılmazdır.
Türkiye Cumhuriyeti'nde siyasileşen tercih unsuru, artık benzer siyasi yapıda olunsa bile layık olanın değil, daha fazla yalakalık yapanın öne geçtiği bir hâl aldı. Mevcut durum artık geçerli siyasi yapıyı sahiplenseniz dahi yeterli görmüyor, dahasını da istiyor! Ancak bu istek, etik değerleri yerle bir edecek cinsten. Bunun en büyük ceremesini önce halk, daha sonra da mevcut yapının yürütmesinde bulunan siyasi yapı çekiyor. Gittikçe eriyen oylar, halktan gelen tepkiler ortada.
Bunu son seçim de zaten en net şekliyle ortaya koymuştur.
***
Neyse gelelim yazının kaleme alınma bahsine…
Akçaabat Belediye Başkanı Osman Nuri Ekim hem Akçaabat Belediyesi tarihinde hem de şahsımın 15 yılı bulmaya yakın gazetecilik geçmişinde bir ilki, hepimiz için sağladı.
Tarafıma "basın yoluyla kişilik hakları zedelendiği" gerekçesi ve dilekçesinde belirttiği ayniyle ifadeyle "derin bir üzüntü, elem, ıstırap ve keder" yaşadığı için 20 bin TL'lik manevi tazminat davası açtı.
Toplumun haber alma özgürlüğüne hizmet etme noktasındaki bu mesleği hep kutsal görmüşümdür. Mesleğim boyunca "gazeteciliği" o kadar kutsal ve önemli bir mertebeye koydum ki kendimi "gazeteci" olarak tanımlamaktan bile çokça sarfınazar etmişimdir . Hep "muhabir, habercilik" kavramlarını kullanmış, çok çok da "gazetecilik mesleğini icra ettiğimi" beyan etmişimdir. "Gazeteciyim" demeyi bir yandan böbürlenme olarak görmüş, diğer yandan "o kadar da kolay gazeteci olunur mu!" telkiniyle doğru bulmamışımdır. Mesleğe olan saygım beraberinde de meslek büyüklerine olan saygımı getirmiş "esas gazeteci" onları görmüşümdür hep.
Ama işte bayağılaşan çağ; belediye başkanlarını etkilediği gibi bizim mesleği de etkiledi. Bizden sonra mesleğe başlayanların sosyal medya biyografileri "gazeteci" sıfatlarıyla donatıldı.
Sözü bu bölümün başındaki konuya bağlarsak Sayın Ekim'in hakkımda açtığı dava, ancak gazeteciliğimin bir şeref nişanesi olacaktır. Kutsal gördüğüm mesleği icra etmiş olmamın haklı bir gururu, toplum adına itiraz edebilmenin ve erdemliler için "Hâlâ birileri var!" dedirtebilmenin vicdani rahatlığıdır.
***
Belki konudan haberi olmayanlar vardır, o nedenle haberi ve geçmişini de kısaca özetlemek istiyorum.
"Devlet adamları"ndan "bu çağın adamları"na geçen kurumlardan biri olan Akçaabat Belediyesinde bir süredir makam arabaları üzerinden istikrarlı bir gündem hâkim.
İlki, Osman Nuri Ekim'in henüz başkanlıkta ilk yılı doldurmadan Akçaabat Belediye Meclisinde "makam aracı" üzerinden çıkarılan karardı. O dönem Sonnokta gazetesinde haber müdürü sıfatıyla çalışıyordum ve haberi yazı işlerine "Dün Bir, Bugün İki" başlığıyla verdim ve manşete taşıdık. Çünkü bir başkanın gelir gelmez ilk kararları arasında makam arabası gibi bir konu olmamalıydı.
Gel zaman git zaman derken Belediye Başkan Yardımcısı ve Başkan Ekim'in kendi ifadesiyle "arkadaşı" Serkan Özdemir, başkan yardımcılığında büyük başarıya imza atmış olduğunu düşünmüş olacak ki daha büyüğüne soyunarak milletvekili aday adayı oldu. Aday gösterilmeyince de sanıyorum ki "ortada kaldığını" düşündü ve olanlar oldu. Ekim, Özdemir'i Akçaabat Belediyesine bağlı bir şirkette işçi kadrosuna aldı. Belediyenin elemanı hâline gelen Özdemir, bir eleman gibi değil "başkan yardımcısı gibi" davranmaya başladı. İddialara göre makam odası, makam arabası kullanmaya başladı. Hâlbuki içinde bulunduğu resmiyetin sınırları buna müsaade etmiyordu!
Konu Belediye Meclisinde gündeme geldi. Bağımsız Meclis Üyesi Tuncay Demirci itiraz ettiği gibi Cumhur İttifakı'ndan MHP'li Meclis Üyesi Melikşah Atasoy bile konuyu sorguladı. Ancak Ekim Meclis'te de doğru düzgün tavrını açıklayamadı ve savunamadı. Bir ara, Akçaabatlılar Vakfı Başkanı Yaşar Erbaşaran bile sosyal medya hesabından artık isyan etti ve "Bugün günlerden tatil, cumartesi, cenazedeyiz. Çok ilginç. Devletin aracı veya devlette kiralık araç ile cenaze düğün toplantı veya kendi çıkarları için o aracı kullanamazsın. Onda 85 milyonun hakkı var, hak yiyorsunuz namaz kılıyorsun. Kendini sorgula, başkan ve görevli olan hariç benden hatırlatma hem de görevin başkanlık değil. Orada bir işçi çalışıyorsun görevli isen tamam bu herkes için geçerli çok ihtiyaçlı insanlar var bu böyle bilinsin." diye yazdı.
Şu yaşananlara bakın, ne üzücü, ne garip, ne ayıp! Yazının başında belirttiğimiz sosyal çözülmenin, "oldum" tavırlarının bir sonucu işte! Su götürmez bir iş bilmezlik örneği…
Biz bunlara "Bu kadarı da olur mu?" derken Ekim ve ekibi vites yükselterek henüz 5 yılını doldurmamış makam aracında bir yeniliğe gitti. Akçaabatlı olan Vakıfbank Genel Müdürü Abdi Serdar Üstünsalih'le İstanbul'da yapılan bir görüşmede aracın yenileneceği kararı alındı. Edindiğimiz bilgilerde ileri sürülenlere göre Üstünsalih'e durum belirtildi ve Üstünsalih telefonu çevirerek talimatı verdi. Biz de bu bilgiyi "Bir Makam Aracı Daha" diye haber yaptık.
Sürecin en kısa geçebileceğimiz özeti bu…
***
Sonra bir gün telefonum çaldı. Trabzon Çarşı Polis Merkezinden bir polis memuru, Akçaabat Belediye Başkanı Osman Nuri Ekim tarafından hakkımda tazminat davası açıldığını belirterek adres bilgilerimi talep etti verdim ve tebligatı bekledim. Gelen tebligatta benim gerçek olmayan iddialarla haber yaparak Başkan'ın "derin bir üzüntü, elem, ıstırap ve keder içinde olmasına" vesile olmuşum ve bu "derin bir üzüntü, elem, ıstırap ve keder" karşılığında da 20 bin TL ile Sayın Başkan'ın sanırım içi soğuyacakmış!
Gazetecilik hayatımda eksik, hatalı bilgiyle haber yapmış olabilirim ancak hiçbir zaman normal yaşantımda da olduğu gibi "yalan"la işim olmadı, olmaz da!
Ancak araç alındığı hâlde alınmadığını söyleyenler bu durumda hangi sıfatı üzerlerine almış olurlar, artık onu da -varsa- vicdanları ve bu satırları okuyanlar ve süreç gösterecektir!
Aracın alındığına dair karar ilçede bir anda duyuldu, ben de bu iddiaları teyit ettim ve haberleştirdim. Ancak aracın geldiği yönündeki bilgi kesin olmamakla birlikte bir duyuma dayalı iddiaydı.
Zaten bu araçla ilgili gerçek önünde sonunda ortaya çıkacak. O zaman kim yalancı hep birlikte göreceğiz.
***
Başkan, alınan araçla ilgili "almadığını iddia ederek" şahsıma manevi tazminat davası açmasıyla da kalmayıp avukat vekili aracılığıyla benim bu haberlerle rant sağladığımı da iddia ederek şahsıma iftira atmıştır.
Eğer Sayın Başkan, bu kadar gerçeklere sadık biriyse benim nasıl bir rant sağladığımı ispatla mükelleftir. Ben o kararı alınan ancak ilçeye getirilmesi geciktirilen aracın Vakıflar Bankası aracılığıyla Akçaabat'a geldiği gün bunu ispatlayacağım, bakalım kendisi bunu ispatlayabilecek mi?
Yine etikten uzaklaşıp iş bilmezliğin hüküm sürdüğü bir vakayla daha karşı karşıyayız. Arkasında duramayacakları bir iddia ile ortaya atılıp gerçeği gölgelemek adına karşı tarafa iftira atılıyor.
Mahkemenin benden talep ettiği cevap yazımda belirttiğim gibi "ben ve birinci dereceden yakınlarımın banka hesaplarının incelenmesi dâhil" tüm araştırmaların yapılıp ne rant sağladığım ispat edilmeli ya da açıklanmalıdır.
***
Bu yazı vesilesiyle araç ile ilgili son duruma değineyim:
Araç henüz Akçaabat'a gelmemiş. Haberlerden ya da farklı sebeplerden ötürü geciktirilmesi de muhtemeldir.
Araç alındığına dair karar kesindir ve ortamda bulunduğunu bildiğim şahısların isimlerini ve ilçede siyasetin önde gelen ve konuya hâkim olduğunu düşündüğüm isimlerinden bir ismi de mahkemede tanık olarak gösterdim.
Aracın alındığı bilgisini kendilerinden duymadım, tanık gösterirken de kendilerine "Sizi tanık gösterebilir miyim?" de demedim.
Gerçeği muhakkak söyleyeceklerine olan inancım tamdır, bu nedenle isimlerini bildirdim. Mahkemede verecekleri ifadeyi de vicdanlarıyla vereceklerini de düşünüyorum.
Bu isimlerin "haber kaynağım" olmadığını ayrıca vurgulamam gerekir. Bu vakte değin gazetecilik hayatım boyunca haber kaynaklarımı hiçbir zaman açıklamadım, açıklamam da. Bu da Basın Kanunu'nun ve meslek etiğimin bana verdiği en önemli yetkilerden biridir.
***
Sayın Başkan vekili aracılığıyla "kişiliğine saldırdığımı" iddia etmektedir. Osman Nuri Ekim, şu anda kamu görevi yapmaktadır ve icraları kamuyu ilgilendirmektedir. Eğer kendisi başkan olmasaydı şahsıyla bir işimiz de olmayacaktı. Buradan da anlaşılacağı üzere Ekim'in şahsıyla ilgili bir durum söz konusu değildir.
***
Mahkemedeki tüm iddialara yönelik cevaplarımı "kamuya açık bir şekilde" mahkeme neticelendiğinde yayımlayacağım. Hukuk satırlarında ölümsüzleşen o satırları bir de kamuya açmayı, görevi "zaten bu olan" bir mesleğin icracısı olarak vazife görüyorum.
***
Mahkemenin ardından bir haber daha kaleme aldım, bu haberi de "gerçekten" merak ettiğimden ve bu merakımın kamunun da merakı olacağından yazdım ve yayımladım.
O haber de Osman Nuri Ekim'in 2019'da aday adayı ilân edilmesinin ardından, geçmişte attığı bir takım Twitter paylaşımlarını konu alan haberlerle ilgiliydi.
12.09.2019 tarihinde Karadeniz gazetesinin internet sitesinde yayımlanan "Akçaabat Belediye Başkan adayının FETÖ paylaşımı" başlıklı haberde "Ekim’in 2013 yılında hükümetle FETÖ'nün ayrışma ve tartışma yaşadığı günlerde yaptığı paylaşımlar ortaya çıktı. Ekim o gün yaptığı paylaşımlarda FETÖ ile olan yakınlığını gözler önüne sermişti." ifadeleri yer alıyordu. (Erişim Tarihi: 11.06.2024 - https://www.karadenizgazete.com.tr/karadeniz/trabzon/akcaabat-belediye-baskan-adaynn-feto-paylasm-ilceyi-karstrd/209092)
Sayın Başkan'a "Birden fazla kişinin bulunduğu ortamda aracın alınması kesinleştiğini haber yaptığımız için bizi mahkemeye verdiniz, peki FETÖ ile adınızı irtibatlandıran haberleri mahkemeye verdiniz mi?" sorusunu sormaktan kendimi alıkoyamıyorum.
Sayın Ekim, bu soruya cevap vermelidir? Evet ya da hayır demelidir. Cevabı "evet" ise neticeyi belirtmeli, "hayır" ise "mahkemeye vermeme" gerekçeleri kamuoyu açısından son derece önemlidir.
***
Ayrıca şu noktaya da değinmek istiyorum: Halk, ekonomik bunalımın içerisinde. Sırf bu yüzden 22 yıldır birinci parti yaptığı Ak Partiyi ilk kez ikinci sıraya düşürdü. Maliye Bakanı sürekli ek önlemler çıkarıyor. Ülke ve devlet "kamuda tasarruf dönemi"ne kilitlenmişken makam araçlarıyla gündeme gelmek neyin nesidir? Demek ki bu anlamda umursanan, önemsenen bir durum yoktur. Çağrıyı umursamayan, önemsemeyenlerin siyasi akıbetini hep birlikte göreceğiz.
***
Son olarak…
Sayın Başkan ve kıymetli okurlar, ben hiçbir zaman yalan yazmadım, yazmam da. Beni şahsen tanıyan hiç kimse de benimle "yalancılık" ibaresini yan yana getirmez.
Bunları geçelim, gelelim hukuk boyutuna.
Yapılan haberlerin ardından "aracı olmaya kalkan bazı isimlere" şunu söyledim: "Yalan yazdığımızı düşünen varsa mahkemeye gidebilir."
Ne tesadüftür ki hemen akabinde mahkemeye gittiniz. Ancak sanıyorum ki "gerçekten bu kadar emin olan ve bu cümleleri sarf edebilen" biri olarak gerçeğin hükmünü bildiğimizin farkına varamadınız. Bu da eski devlet adamlarıyla yenilerin farkı olsa gerek, ne diyelim…
Hukuk çekineceğimiz bir alan değildir.
Halep oradaysa arşın burada.
***
Bu gelişme dolayısıyla telefonla arayarak, köşe yazısı yazarak, hukuki dayanışma göstererek desteklerini gösteren kıymetli dostlara teşekkür ederim. İyi ki varlar, yerlerinde olsam aynısını yapardım; onlar da yaptılar. Var olsunlar!
***
Okurlara saygılarımla…
Tebrik ederim Berkant Bey.
Her daim kaleminizin Hakkın emrinde olacağına inanıyorum.
Kaleminiz ve kelamınız kavî, Hızır yoldaşınız, Hakk da yardımcınız ola..